Kabuğuna çekilmeden önce kabullendiklerinin sana bağlı kalmadığını anladığın vakitlerde geri döneceksin, orda bekleyen sessiz ve tenhada bırakılmış döngülere.
Şu halde yalnız değilsin ve geçmişten geleceğe doğru hareket ettiği düşünülen zaman treninin varacağı son durak henüz belirlenmiş değildir.
Onun için hayıflanma, uzaklarda bir yerlerde bıraktığın düşlerine koş ve durup beklemeden, sadece sende bulunanlar açığa çıkacaktır. Duyulara esir değilsin ve içinde olduğun şey bir esarette değildir! Tam aksine ötelerde bekleyen bir penceren var, bekleyiştedir.
Doğadaki güç ve bilginin ötesinde gerçekten gerçekliğe uzanan bir varlıksal bilinci algılamak…
Bu noktada eğer inşa edilene göz atıp bakılırsa, bedenin madde/mana ikileminde kalınması, kalp ve beyinin sürekli gidip gelen bir dokunun atışlarında tutulmasında zuhur edecek varlık bilincine yükseltilmesinde tek engel duyuların devamının olmadığı fikridir.
Oysaki doğadaki araçların çatışmasından orta yolun farkına varmaktır. Ne geride bir sese ne de ileride bir ışığa bağlı olmayan, yalnızca bireye bırakılan bir tercihtir…
Açıkçası görmek ve duyumsamanın sınırları apaçık varlığın tanımlanışında yeni bir yaklaşımla olayları değerlendirmek gerekir. Çünkü bu yönde şekil ve biçim kazanan, örneğin bir durumun oluşması hakkındaki kanımız ve gözlemlerimiz sonucunda düşünce oluşur.
Halbuki gözlemlediklerimizin görülen devamları vardır. Tıpkı düşüncenin devamı olduğu gibi!